#şevki hoca
Explore tagged Tumblr posts
gokhanerturkey · 16 days ago
Text
Tumblr media
Süheyl Ünver
Sanatkâr Hakkında
17 Şubat 1898’de İstanbul Haseki’de dünyaya geldi. Babası, II. Abdülhamid dönemi Posta ve Telgraf Nezâreti İstanbul Muhâberât-ı Umûmiyye müdürü Tırnovalı Mustafa Enver Bey, annesi XIX. yüzyılın ünlü hattatlarından Mehmed Şevki Efendi’nin kızı Safiye Rukiye Hanım’dır.
İlk ve orta öğreniminden sonra 1915’te girdiği Mekteb-i Tıbbiyye’yi 1920’de bitirdi. Hekimlik ihtisasına 1921-1923 yılları arasında Yenibahçe’de Gureba Hastahanesi’nde cildiye kliniğinde başladı. Ancak dahiliyeyi istediğinden Haseki Hastahanesi’nin dahiliye kısmına geçti. Burada Âkil Muhtar Bey’in (Özden) asistanı oldu. Aile ocağında dedesi hattat Mehmed Şevki Efendi’nin konağında ateşlenen sanatçı yanını tıp tahsili sırasında geliştirme imkânına Medresetü’l-hattâtîn’de kavuştu. 1916-1923 yıllarında bu sanat yuvasında dönemin ünlü hattatları ile tezhip ve ebru ustalarını tanıdı. Yeniköylü Nûri Bey’den (Urunay) tezhip, Necmeddin Efendi’den (Okyay) ebru dersleri aldı. Eniştesi hattat Hasan Rızâ Efendi’den sülüs ve nesih yazılarını meşketti. 1923’te Medresetü’l-hattâtîn’den tezhip ve ebru icâzetnâmesi aldı. Yine aynı yıllarda ressam Üsküdarlı Hoca Ali Rıza Bey’in talebeleri arasına girdi. Bu hocasından karakalem ve sulu boya resim yapmayı öğrendi. Onunla birlikte İstanbul’un tarihî köşelerinin resimlerini yaptılar.
Bu arada hekimlik ihtisası ile sanat çalışmaları sürerken dönemin mutasavvıflarından Abdülaziz Mecdi Efendi’nin (Tolun) sohbetlerine katıldı. 1927’de hocası Âkil Muhtar’ın desteğiyle Fransa’ya gitti. Paris’te Pitié Hastahanesi’nde Marcel Labbé’nin yanında “asistan etranger” oldu ve hekimlik ihtisasını tamamladı. Paris günlerinde hekimlik çalışmaları yanında Bibliothèque Nationale’de Şark Yazmaları Bölümü’nde bulunan eserlerdeki tezhip ve minyatürlerden Türk süslemesinin nâdide örneklerini istinsah etti. Ayrıca Türk-İslâm tıbbına ait yazma kitaplar üzerine çalıştı. 1929’da Türkiye’ye döndü. Bu arada üç aylığına Avusturya’ya gitti. Viyana kütüphanelerindeki yazma eserleri inceledi, müzelerdeki Türk eserlerini tesbit etti. 1930’da İstanbul Dârülfünunu Tıp Fakültesi’nde akademik hayata geçti; Emrâz-ı Dâhiliyye Kürsüsü’nde tedavi ve farmakodinami müderris muavini oldu.
1933’te gerçekleşen üniversite reformu esnasında Tıp Tarihi Enstitüsü’nü kurdu. Bu enstitü bünyesinde özellikle Türk-İslâm tıp tarihi araştırmalarına yönelik ilmî makalelerin yayımlandığı Türk Tıp Tarihi Arkivi dergisini çıkardı; Türk-İslâm tıbbına ilişkin temel kaynaklarının tercüme faaliyetini başlattı. 1939’da profesörlüğe, 1954’te ordinaryüslüğe yükseltildi. 1958-1959 yıllarında Amerika’da misafir profesör olarak bulundu. 1967 yılına kadar Tıp Tarihi ve Deontoloji Kürsüsü’nün başkanlığını yaptı, tıp tarihi ve deontoloji dersleri verdi. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne geçti, burada ikinci bir tıp tarihi ve deontoloji kürsüsü kurdu. Tıp tarihi dersleri yanında Türk süslemesi seminerlerini yürüttü. Çeşitli ülkelerde düzenlenen tıp tarihi kongrelerine katıldı, tebliğler sundu. 1973’te emekliye ayrıldı. Emeklilik günlerinde çalışmalarını kesintiye uğratmadan sürdürdü; Tıp Tarihi Enstitüsü’ndeki tezhip derslerine ölümüne kadar devam etti. 14 Şubat 1986’da İstanbul’da vefat etti. Kabri Edirnekapı’da Sakızağacı Mezarlığı’ndadır.
GIPTA EDİLECEK BİR ÇALIŞMA AZMİ VE ARAŞTIRMA UFKU VARDI
Gıpta edilecek bir çalışma azmiyle engin bir araştırma ufkuna sahip olan Ahmet Süheyl Ünver’in İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi bünyesinde yaptığı tıbbî yayınlarında ağırlık Türk tıp tarihi üzerinedir. 1936 yılına kadar gerçekleştirdiği tıbbî neşriyatı dâhilî tabâbet konularına aittir. Ancak 1933 sonrasında Türk tıp tarihine yönelmiştir. Bu alandaki yayımları iki grupta toplanabilir. İlk grupta ünlü hekimlerin, İbn Sînâ, Sabuncuoğlu Şerefeddin, Hacı Paşa, Hekimbaşı Sâlih b. Nasrullah Efendi gibi şahsiyetlerin hayat hikâyeleri ve tabâbete katkıları incelenmiştir. Bilhassa onun son devir hekimleri için Âkil Muhtar Özden’den Esad Raşid Tuksavul’a kadar yazdıkları toplanacak olursa ortaya İbnüleminvâri “Son Asır Türk Hekimleri” başlıklı bir kitap çıkar. İkinci grupta tıbbî kurumlarla ilgili yazıları yer almaktadır.
Bir Türk tıp tarihinin yazılamamış olması, Süheyl Ünver’i hekimlik öğretiminin yapıldığı kurumların tarihçesine ve eğitim biçimlerine dair özgün monografiler yazmaya yöneltmiştir.Yaptığı araştırmalardan sadece Selçuklu dönemi tıp tarihi kitap haline gelmiştir. Aynı zamanda bilim ve sanat tarihi üzerine yoğunlaşmış, bilim tarihine dair araştırmalarında önce İstanbul, ardından Anadolu ve Avrupa kütüphanelerinde bulunan yazma eserler üzerinde çalışmıştır. Ünlü astronom Mehmet Fatin Gökmen’in Ünver üzerinde önemli bir etkisi vardır. Bir bilim tarihçisi olarak Selçuklu-Osmanlı alanında tecrübî ilimlerin gelişimini incelemiştir. Bu alanda dikkate değer eserleri Ali Kuşçi ve İstanbul Rasathanesi’dir.
Bu arada başta İstanbul olmak üzere gezdiği her şehir için seyahat defterleri hazırlamış, bu defterleri şahsî intibaları, notlar ve gazete kesikleri, fotoğraflar, karakalem ve sulu boya resimleriyle zenginleştirmiştir. El yazması defterlerinde Evliya Çelebi ile Kâtib Çelebi’yi birleştirdiği, onlarda olmayan görsel malzemeyi defterlerine taşıdığı görülmektedir. Süheyl Ünver’in hazırladığı defterlerden sadece Süleymaniye Kütüphanesi’ne vakfettiklerinin sayısı 1150’dir. Bugüne kadar bu defterlerden yirmi kadarının tıpkıbasımı gerçekleştirilmiştir. Ayrıca konu başlıkları ve kişi adlarına göre düzenlediği defter ve dosyalardan oluşan zengin bir arşiv hazırlamıştır. Arşivinin bilim tarihiyle ilgili kısımlarını İstanbul’da Kandilli Rasathânesi’ne, tarihle alâkalı 400 kadar dosyadan müteşekkil arşiviyle sulu boya resimlerini Ankara’da Türk Tarih Kurumu’na, şahsî kütüphanesi yanında tıp tarihiyle ilgili dosya ve defterlerini İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi Enstitüsü’ne bağışlamıştır. Bunların dışında kızı Gülbün Mesara’da tamamlanmış defterler, dosyalar, tezhip, minyatür, katı‘ örnekleri, sulu boya resimlerle tomarlar halinde tasnif edilmemiş zengin bir arşiv daha vardır.
TARİHİMİZİN KARANLIKTA KALAN KÖŞELERİNE IŞIK TUTTU
Ünver’in sanata açık cephesi iki damar içerisinde mütalaa edilebilir. Önce bir sanat tarihçisi sıfatıyla Türk süslemesinin her dalı için özgün araştırmalar yapmıştır. Müzehhiplerden Baba Nakkaş, Kara Memi; minyatür ustalarından Ressam Levnî, Ressam Nakşî; hattatlardan Ahmed Karahisârî ve Mehmed Refî Efendi’ye dair neşriyatı bu cümledendir. İkinci olarak Ünver fıtrî istıdadının itici gücüyle zevkiselim sahibi bir sanatkârdır; usta bir müzehhip, ressam ve şairdir. Hem bu sanat dallarının Osmanlı’dan gelen çizgilerinin Cumhuriyet Türkiyesi’nde devamına yardımcı olmuş, hem de Cumhuriyet’e intikal etmeden tıkanmış bazı sanat dallarının ihyasını gerçekleştirmiştir. 1940’lara doğru önce Güzel Sanatlar Akademisi’nde başlattığı, daha sonra Topkapı Sarayı Nakışhânesi’nde ve İstanbul Üniversitesi bünyesinde devam ettirdiği Türk süslemesi kurslarında öğrenciler yetiştirmiştir.
Bir kültür tarihçisi olarak bilhassa Türkiye’de tıbbî folklorun kurucusu, araştırmacısı ve uygulayıcısıdır. Fâtih Sultan Mehmed dönemi İstanbul’undan başlamak üzere Selçuklu-Osmanlı Türk coğrafyasının tarihî her köşe taşı, mezarlık, cami, mescid, namazgâh, hamam, çeşme, sebil, konak, ev, bütün bunlar Ünver’in üzerine eğildiği araştırma konularıdır. Osmanlı asırlarına damgasını vuran tasavvufî akımlarla bunların temsilcileri, tekke âdâb ve erkânı yanında dergâhlarda kullanılan eşyalar üzerine sosyal tarihimizin karanlıklar içinde kalmış köşelerine de yayınlarıyla ışık tutmuştur. Aklıselimin rehberliğinde ilmî çalışmalarını sürdürürken aynı zamanda kalp cephesini de tezyin etmiştir. Abdülaziz Mecdi Efendi’den aldığı ışıkla tasavvuf terbiyesine yönelmiştir. Onun bu vadideki gayretini gösterir izleri coşku dolu şiirlerinde, bu kültürünün yansımalarını tezhip, minyatür ve sulu boya resimlerinde görmek mümkündür.
Ünver’in düşünce dünyasında ve aksiyonda İstanbul’a özel bir önem atfettiği görülmektedir. Hazırladığı defterlerden onlarcası, makale ve gazete yazılarının yüzlercesi İstanbul’a aittir. Sadece kitap ve risâlelerden oluşan İstanbul yazıları beş cilt halinde İstanbul Risâleleri adıyla yayımlanmıştır. Bilhassa günümüzde her biri belgesel değerinde sulu boya resimleriyle İstanbul’da yok edilmiş tarihî mekânların varlığından insanları haberdar etmiştir. Bu sulu boya resimlerden 240 tanesi üç nefis albüm halinde A. Süheyl Ünver’in İstanbul’u, Sevdiğim İstanbul, İstanbul’dan Bir Demet başlıkları altında İstanbul Belediyesi tarafından neşredilmiştir.
İstanbul’un önemini Ünver şu sözlerle dile getirmektedir: “İstanbul bütün Türk tarihinin, Türk coğrafyasının bir terkibi, bir hulâsası ve bir tecellisi olmuştur.” Türk kültür bereketinin bu topraklardaki bekāsına sönmeyen bir imanla bağlı, bu imanla eserler vermiş olan Ünver müktesebatının aydınlığında müstesna bir terkiptir. Aklıselim, kalbiselim ve zevkiselim damarlarını başarıyla bir terkibe dönüştürmesi tasavvuf neşvesinden kaynaklanmaktadır.Gönlünü aklıyla birleştirmesi en belirgin çizgilerini tasavvufî şiirlerinde, tezhip, minyatür ve sulu boya resimleriyle dışarıya aksettirirken bilim ve sanat eserlerine taşıdığı gönül ve akıl birlikteliğini de İstanbul efendiliğiyle temsil etmiştir.
ESERLERİ
Ahmet Süheyl Ünver altmış yılı aşan telif hayatı boyunca başta tıp olmak üzere çoğu bilim, kültür ve sanat tarihine dair 2000’e yakın kitap, makale, tebliğ, ansiklopedi maddesi, gazete yazısı kaleme almıştır. Osman Nuri Ergin (I-II, İstanbul 1941-1952), Gönül Özdemir (1970, 1972), Aykut Kazancıgil ve Vural Solok (1973, 1981), Cevat Yalın (1985) Ünver’in bibliyografyası üzerine çalışmış, son olarak Gülbün Mesara, Aykut Kazancıgil ve A. Güner Sayar etraflı bir araştırma gerçekleştirerek Ünver’e ait 1886 neşir tesbit etmiştir (bk. bibl.). Ayrıca tarz-ı kadîm üzerine tasavvufî neşve ile yazdığı şiirleri toplanacak olursa ortaya bir “Dîvançe-i Süheylî” çıkacaktır. Süheyl Ünver’in belli başlı eserleri şunlardır: Uygurlarda Tababet: VIII-XIV. Asırlar (İstanbul 1936); Tıb Tarihi: Tarihten Evvelki Zamanlardan İslâm Tababetine Kadar (İstanbul 1938, I. cilt; müellif daha sonra bu eserin özetiyle birlikte İslâm sonrası dönemi de yazmıştır: Tıb Tarihi: Tarihten Evvelki Zamanlardan İslâm Tababetine ve İslâm Tababetinden XX. Asra Kadar, İstanbul 1943, I. ciltte 1-2. kısımlar); Selçuk Tababeti: XI-XIV. Asırlar (Ankara 1940); Umumi Tıb Tarihi: Bazı Resimler ve Vesikalar (İstanbul 1943); İlim ve Sanat Bakımından Fatih Devri Albümü (İstanbul 1945); Fatih’in Oğlu Bayezid’in Su Yolu Haritası Dolayısıyla 140 Sene Önceki İstanbul (İstanbul 1945); Bursa’da Fâtih’in Oğulları Mustafa ve Sultan Cem ve Türbeleri (Bursa 1946, Mehmet Zeki Pakalın ile birlikte); İstanbul Üniversitesi Tarihine Başlangıç: Fatih Külliyesi ve Zamanı İlim Hayatı (İstanbul 1946); İlim ve Sanat Bakımından Fatih Devri Notları (İstanbul 1947);
Kaynak: Ahmet Güner Sayar, Diyanet İslam Ansiklopedisi
0 notes
magazinxhaberler · 9 months ago
Text
Cem Özer Mendebur adlı filmde bir imamı canlandıracak
Tumblr media
Cem Özer Mendebur adlı filmde bir imamı canlandıracak
Usta oyuncu Cem Özer, yönetmen koltuğunda Ali Aslan’ın oturduğu “Mendebur” adlı gerilim filminde başrolde yer alıyor. Cem Özer, “Mendebur” adlı sinema filmi için kamera karşısına geçti. Film, yapımcılığını Mustafa Aslan ile Cihan Dündar’ın üstlenirken yönetmen koltuğuna da ve Ali Aslan oturdu. Malatya’nın Arapgir ilçesinde çekilen film, altı üniversite mezunu arkadaşın yaşadığı hikâyeyi anlatırken, Cem Özer, daha önce Barış Pirhasan’ın 2007 yapımı “Adem’in Trenleri” filminde Hasan Hoca karakterini canlandırarak bir köy imamını başarıyla hayata geçirmişti. Şimdi ise benzer bir tema üzerine farklı bir karakterle seyirci karşısına çıkacak. Filmin oyuncu kadrosunda Cem Özer’in yanı sıra Aslı Bekiroğlu, Ahmet Kayakesen, Selahattin Taşdöğen, Şevki Özcan, Negar Pashei, Hakan Eksen, Barış Ali Çelikler, Ali Biricik, Ömer Konakçı ve Tuncay Gençkalan gibi isimler yer alıyor. Filmin gelirinin büyük bir kısmı Malatya’da depremzede ailelere dağıtılacak. Magazin X Haberler : Magazin Read the full article
0 notes
muratctn · 4 years ago
Video
Müge Anlı’da Şevki HOCA NEDEN YOK ? Mehmet Şevki Sözen’den ACI HABER !!!
0 notes
hetesiya · 2 years ago
Text
Tarikat-barikat, İttihat-itilaf – Yeni Yaşam Gazetesi | Yeni Yaşam
Tarikat-barikat, İttihat-itilaf
Etiketler, isimlendirmeler, geçmişten ruh çağırmalar kimseyi bedavadan devrimci, demokrat, sol, sosyalist yapmıyor. Olaylara, olgulara ilkesel, evrensel yaklaşım sergilemeyenler siyasette bir uçtan diğer uca savruluyor
Veli Saçılık
II. Meşrutiyet devrinden kalma ve aslında bir madalyonun iki yüzü olan İtilafçılar ile İttihatçılar arasındaki kayıkçı kavgası bir türlü sona ermiyor. Seküler Türk milliyetçiliği ile din nosyonlu Türk muhafazakârlığı ekseninde süren kavga zaman zaman derinleşse de 12 Eylül faşist darbecilerinin re-organize ettiği “Türk-İslam Sentezi” ile bu çevreler, siyam ikizleri gibi ayrılmaz hale geldiler. “Tek devlet, tek millet, tek din, tek dil, tek mezhep…” tekerlemesi her iki taraf için bir mutabakat metni olarak kabul görüyor artık. Dinin dünyevileştirilmesi, devletin kutsallaştırılması, ordunun Diyanetleşmesi, Diyanet’in ordulaşması, “Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslüman” ırkçı diskuruyla Yenikapı’da buluşması bu mutabakatın başlangıcı oldu.
Türk egemen siyasetinin iki kutbu kavga ederken her ne kadar demokrasi, özgürlük, milli-manevi değerler falan gibi argümanlar kullansalar da esas mesele “devletin kaymağını kim yiyecek, devletin tarihsel olarak düşman bellediği fikir ve grupları kim dövecek” ekseninde cereyan ediyor. “Askeri vesayeti, derin devleti tasfiye etme” iddiasıyla yapılan Ergenekon Davası nasıl ki zülfüyâre dokunmadan Saray Rejimi’nin inşası için kullanıldıysa, 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası “Fetö Davaları” da mevcut rejimi güçlendirmek dışında bir amaca hizmet etmedi. Gözaltında kayıplar ve Kürtlere yönelik katliamlar, Ergenekon davasının esası olmadığı gibi; Ergenekon davasını dengelemek için Kürt siyasetçilere karşı KCK davalarının icat edilmiş olması da, devletin tarihsel kodlarından vazgeçmeyeceğinin kanıtıydı. Bugün halen süren “Fetö davaları” Cemaatçilerin iktidar ortağı olduğu dönemde işledikleri suçlarla bir alakası yok tabi ki. Eski “Derin Devlet” militanlarının Saray Rejimi’yle kurduğu koalisyon sonucunda “Fetö” söylemi üzerinden kendilerini temize çekme, terör umacısı yaratarak muhalefeti baskı altında tutmak, şeytan taşlama ayinine katılmayanları şeytanlaştırmak moda haline getirildi.
Ergenekon davası sürerken “bu işte bir yanlış var” diyenler “darbeci” olmakla suçlanırdı. Kürtleri kör kuyulara dolduranlarla Kürt siyasetçilere kelepçe takanların aynı kaynaktan beslendiğini söylemek cesaret gerektiren bir işti. “Ergenekoncuların” Saray envanterine kaydedilmesinin ardından Fethullahçı savcı ve hâkimlerin yürüttükleri bütün davalar yok hükmünde sayıldı. Tabi ki Kürtler ve devrimcilere yönelik açılan davalar hariç! “Affedilmeyenler Listesi”nde Kürtler birinci sırayı, devrimciler ikinci sırayı kimselere kaptırmadı.
Ergenekon davasının torbaya dönüştürülmesine, 15 Temmuz davalarının olağanlaştırılmış OHAL koşulları için araçsallaştırılmasına karşı olmak, egemenin jargonu ETÖ-FETÖ söyleminden uzak durarak eşitlik-adalet-özgürlük istemek mevcut ortamda kolay değil. Mehmet Ağar’ın, F. Gülen’in mektubunu başköşesine astığı dönemde “Hoca Efendi” dememeyi suç sayanların, AKP-MHP-M. Ağar şürekâsının “Fetö Borsası” kurarak mala çöktüğü ortamda bankaya para yatırmak, sendikaya üye olmak, sohbete katılmak gibi “büyük suçları” olan yüz binlerce insanı “Fetöcü” diyerek eziklemek Saray’ın ideolojik çekim alanına kapılmaktan öte bir şey olmasa gerek.
Dinci Türkçü ve ırkçı Türkçü kanatların kavgasında taraf olmamayı tarih bize öğretti. Dinci Şevki Yılmaz-Cübbeli Ahmet, seküler Nedim Şener, “solcu” D. Perinçek vb.lerinin “Kürt anasını görmesin” koalisyonunda kusursuz uyumuna şahit olduk. Tıp öğrencisi Enes Kara’nın intiharına sebep olan tarikatların devletin olanaklarını sömürdükçe “Tek devlet, Tek Adam” tapınmacılığına düşmelerine şaşırmıyoruz. Gezi Direnişi sırasında ortaya atılan “camide içki içtiler” yalanına “ben din adamıyım, görmediğim şeye şahitlik etmem” diyen imamı gördüğümüzde ise şaşırıyoruz. Kıblesini hakikat yerine Saray’a çevirenlerin çokluğu, cumhuriyet-laiklik söylemine demokrasi fikrini ekleyenlerin azlığı, emekçiler ve ezilen halkların ortak mücadelesini örgütleyenlerin dağınıklığı işimizi daha zorlaştırıyor.
Etiketler, isimlendirmeler, geçmişten ruh çağırmalar kimseyi bedavadan devrimci, demokrat, sol, sosyalist yapmıyor. Olaylara, olgulara ilkesel, evrensel yaklaşım sergilemeyenler siyasette bir uçtan diğer uca savruluyor. Laik-demokrat kimliğiyle bilinen birinin “soysuz Araplar, haşere Çinliler” yazdığına, komünist etiketiyle dolaşan başka birinin toplama kampı fantezisi kurduğuna, “çok çok demokrat” edasıyla gezen başka birilerinin HDP milletvekili Semra Güzel’i linçlediğine ve “ya devlet başa, ya kuzgun leşe” sloganı attığına, bir diğerinin mülteci düşmanlığına şahit oluyoruz. Günün sonunda sistemin sağı-solu, laikçisi-dincisi-cincisi, ırkçısı, ümmetçisi bir masada buluşuyor. Bu cinnet-cinayet masasını devirmek, düzenbazlara “Game Over” demek, eşitlik özgürlük ekseninde halklar, inançlar, emekçiler masası kurmak güzel bir başlangıç olabilir.
0 notes
balkongunlukleri · 6 years ago
Text
We can do it!
Bu aralar ingilizcenin üzerine çok fazla gidemiyorum ve bu bende içten içe kendimi dövme istediğine sebep oluyor. Bir dönem boyunca ingilizce versiyonunu okumak için beklediğim kitaba, elimi sürmek içimden gelmiyor. THAT'S DRIVING ME CRAZY!! Ama tabii ki de böyle söyleyip kenara çekilmiyorum, gerek çamaşır asarken olsun, gerek mutfağı toparlarken olsun arkada sürekli english podcasts açmaya çalışıyorum.
Bir iki gün önce yine YouTube'da ingilizce bir şeyler ararken mükemmel bir insan ile karşılaştım. Ve gün boyu onun videolarını izleyip, yaptığı esprilere güldüm. Aslında bildiğiniz bir ingilizce öğretme kanalı fakat hoca muhteşem olunca dersler iki kat daha dikkat çekici oluyor.
Kanalımızın ismi: JamesESL English Lessons 💖
Beni oldukça motive eden bir kanal, bir de İngilizceye dair aklımda olan yapmak istediğim planları biran önce tamamlama şevki oldu içimde. Burada da yayınlamak istiyorum bazılarını, belki yardımcı olabilirim birilerine who knows :)
I love your lessons MAN 💛💛
Peace be upon you ✨
1 note · View note
morkedisblog · 3 years ago
Photo
Tumblr media
İSMAİL SAYMAZ ve HASAN MEZARCI arasında Mesih-Mehdi kavgası varmış YENİÇAĞ'da okudım📰sıradan bir vatandaş olarak ben de katılayım eski bir ANADOLU sözü"kambersiz düğün olmaz"der😉Aslında İSA doğmadan yıllar öncesi kehanetlerdeki Kurtarıcı Erkek değil kadınmış yazmalarda Mesih değil dişi sıfatı MESİHA varmış gine DON BROWN saçmalıklarını anlatan bir belgeselde görmüştüm Katharlara ait yazmalar bulan bir rahip Papalığa şantaj yapıp Papalıktan yüklü paralar alırmış rahip ölünce yardımcı rahip yazmaları bulmuş ve şok geçirip bir daha kimseyle konuşmamış Vatikandan aldığı parayla yaptırdığı kilise rölyeflerinde İsa tasvirleri arkasında kadın suratlı şeytan görüntüsü var göya İsanın çocuğu olduğunu öğrenince şok geçirmiş sanmam o gün ve şimdiki dönemde Katolik rahiplerin Sex skandalları alışılmış bir durum benim muhteşem düşünceme göre İsanın kadın olduğu yazılıydı o sır belgelerde kadın günah yaratığı gibi göründüğünden kadın suratlı şeytan onu simgeliyordu rahibin suskunluğu bu şaşkınlığın sonucuydu.LEONARDO DAVİNCİ"SON AKŞAM YEMEĞİ"tablosunda da 🎨vardı bu şifre👉YUHANNA sanılan kadına benzeyen kişi aslında İSA MESİH'in kendisiydi YUHANNAYA aşık değildi onun sevdiği PETRUS'tu ama aşkına karşılık alamadığından kendini YUHANNA ile avutuyordu,MARİA MAGDELANA İSA MESİHİN KADINLIĞINI YAŞADIĞI BİLİNÇALTI BÖLÜNÜM KİŞİLİĞİYDİ!?Yani HASAN MEZARCIYA rakip çıktı Mesiha ben oluyorum Adnan Oktar da Mehdi ben HOAJ hanedanındanım Adnan hoca ŞAPSIĞ hanedanından MEZARCI da GÜRCÜ TANRI DÜNYAYI KAFKAS KÖKENLİLERE BATIRTMAK İSTEMİŞ DEMEK😨vur oynasın çal patlasın en kötü günümüz böyle olsun Mezarcı ATATÜRK düşmanıydı onun dışındaki siyasi konularda doğru konuşurdu,ŞEVKİ YILMAZ ile 90'ların Dini magazin figürleriydiler Mezarcı hapise girip çıktıktan sonra Mesih😂oldu,ALLAH AKIL FİKİR VERSİN🙏 https://www.instagram.com/p/CTSpAWJCup-/?utm_medium=tumblr
0 notes